Bodrum ve Datça’da, ayakta kalabilmiş yel değirmenlerinin hikayesi, yaklaşık 200 yıl öncesine dayanır. Ege adalarında ve Ege Bölgesinde, rüzgârın en güçlü estiği tepelere kurulan “Yel Değirmenleri” ile öğütülen buğday, arpa, mısır gibi tahıllar, yöre insanının ihtiyacını uzun yıllar karşılamıştır. Şimdi ise, bugünkü un fabrikalarının ataları sayılan yel değirmenleri, yıllarca kullanıldıktan sonra, misyonunu tamamlamış ve bulundukları yerlerin simgesi haline gelmişlerdir. Değirmenlerin bulunduğu yerlerde, artık yenilebilir enerji kaynaklarından olan rüzgarlar, bu kez elektrik üreten türbinleri döndürmektedir. Dolayısıyla, yel değirmenleri, rüzgar türbini kuranlar için bir rehber ve referans olmuşlardır.
Yaklaşık 6 m çapında, 10 m boyunda, üstü külah şeklindeki çatısı ile taştan yapılmış değirmenler, Ege bölgesinde ve Ege adalarında hemen hemen aynı ölçülerde inşa edilmişlerdir. Yelkenli gemilerde kullanılan bezlerden yapılmış, kanatların döndürdüğü değirmen taşları, 1970 yıllarına kadar, hububat öğütmede kullanılmıştır. Yöreye elektriğin gelmesi ile elektrikli değirmenler, yel değirmenlerinin yerini alınca, yel değirmenleri de devre dışı kalmışlardır. Kullanılmaz hale gelen, yel değirmenlerindeki bu gücün, elektriğe dönüştürülmesi uzun süre, kimsenin aklına gelmemiş ama, bugünkü rüzgâr türbinlerinin çok küçük çapta olanları en az 50 yıl önce Dünya’ da çoktan devreye girmişti bile. Şimdi ise, aynı rüzgâr ve türbin kanatları, iklim değişikliği ile dünyamızın geldiği tehlikeli durumdan kurtaracak bir çare olarak görülmektedir.
Datça’da ,2-3 yıldan beri dönmeye başlayan rüzgâr türbinlerine baktığımızda, aynı kare içine giren yel değirmenleriyle, insanların yaklaşık, 200- 300 yılda nereden nereye geldiğini, çok güzel ve anlamlı şekilde göstermektedir. Artık, elektrik sayesinde un fabrikalarında öğütülüp, paketlenen ve marketlerin raflarından kolayca aldığımız bir paket unun kıymetini, o eski yıllarda yaşayan insanlar kadar bilmiyoruz ki, günde 6 milyon ekmeği çöpe atıyoruz.
Aynı yel değirmenleri, Datça, Bozburun, Bodrum, Bozcaada ve Ayvalık’ta olduğu gibi, Ege Denizinde de başta Rodos olmak üzere, diğer Yunan adalarında da bulunmaktadır. Yerli Rumlar tarafından yaptırılmış olan, Bodrum ve Datça’daki yel değirmenleri ile, adalardaki yel değirmenleri şekil ve işlev olarak aynı olmakla beraber, adalardaki yel değirmenlerinin daha bakımlı oldukları ve onarımlarının daha düzenli olarak yapıldığı görülmektedir. Bu yüzden de bu değirmenlerin kentin siluetini değiştirmiş olduklarını fotoğraflardan anlıyoruz. Bizde ise, değirmenlerin birkaçı dışında. Diğerlerinin bakımsızlıktan nerede ise yıkılacak hale geldikleri görülmektedir.
Meraklı bir vatandaşımızın, Datça’nın Karaköy’ünde enkazını bulduğu deniz kenarındaki değirmene, önemli bir masraf yaparak, çalışır hale getirmiştir. Yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmesi dolayısıyla, bu değirmen Datça’da görülecek yerlerden biri haline gelmiştir. O bakımdan, Datça’daki değirmenlerin güneyinde ve tam karşısına gelen yerde de bir şarap imalatçısı firma, herhalde ilgi çekmek için, bu yel değirmenin benzerini yapmıştır.
Datça’nın girişinde, karayolunun sağındaki tepelerde görülen, altı adet yel değirmenin biri, Muğla Valiliği Özel İdaresi tarafından restore edilerek, çalışır duruma getirildikten sonra kiraya verilmiştir. Bu değirmen çay bahçesi olarak bir süre işletilmiş ve sonra da yeterli müşteri olmadığından kapatılmıştır. Çünkü, değirmenin bulunduğu çok küçük alanın düzenlenmesi çevrenin güzelleşmesi için fazla bir fayda sağlayamamıştır. Halbuki, yel değirmenleri bütün çevresiyle birlikte park alanı haline getirilmiş olsaydı, orası da kapatılmaz ve yerli, yabancı ziyaretçilerin uğrak yeri olurdu.
Bu yerin hemen yanındaki değirmen ise, emekli bir Albay olan, Sayın Ali AVSEVER tarafından satın alınmış ve konut haline getirilerek restore ettirilmiştir. Yel değirmeninin kendine ait olan çevresini de düzenleyerek çeşitli süs ağaçları yetiştirmek suretiyle burayı sanki çöldeki bir vaha haline getirmiştir. Diğer dört adet değirmenin bulunduğu yer ise, adeta bozkırdadır. Bu iki farklı yere bakıldığımız da insanın bulunduğu yeri değiştirmedeki gücü apaçık anlaşılıyor. Emekli Albay, bütün mesaisini buraya adayarak, yel değirmenin çevresinde yetiştirdiği, fıstık çamı fidelerini de TEMA Vakfına göndererek, ormanların ağaçlandırılmasına katkıda da bulunmaktadır.
Özel kişilere ait, diğer dört eski değirmende ise, bugüne kadar hiçbir onarım yapılmamıştır. Varisler kendi aralarında anlaşamadıkları için de ilgilenen kimse de bulunmamaktadır. Yel değirmenleri bu haliyle Datça’nın girişinde güzel görüntü vermemektedir. Değirmenlerin, yaklaşık 200-300 yıl kullanıldıktan sonra, aynı işlevi sürdürmesi mümkün de olmayacağına göre, bunların onarılıp simge olarak, gelecek nesillere bırakılması daha uygundur. Bunu, şimdiki sahiplerinden beklersek, yıkılıncaya kadar böyle kalacaktır. Ülkemizdeki kale kalıntıları da böyle değil mi? Avrupa ülkelerindeki kentleri süsleyen kalelerin böyle olmadığını görüyoruz. Ayrıca kente gelenlerin gezip gördükleri restore edilmiş tarihi yerler, insanları geçmişe götürüp, insanlığın nereden nereye geldiğini çok güzel anlatmaktadırlar.
Yel değirmenleri gibi, hububat öğütmek için dere kenarlarına kurulan su değirmenlerinin sonu daha da kötü olmuş, çalışabilir hiçbir örnek kalmamıştır. Yel değirmenleri, taştan yapılmış olmaları dolayısıyla ayakta kalırken, su değirmenlerinin, ağaçtan yapılmaları bu sonucu doğurmuştur. Halbuki, su değirmenleri de su türbinlerinin öncüsüdür. Bu gibi yerler çalışır duruma getirilip, insanların gezip görebilecekleri yerler haline getirilseler, fena mı olur?
Nitekim, Milas, Bodrum arasında “Uyku Vadisi” denilen yerde bulunan eski bir su değirmeninin çevresinin düzenlenmesinden sonra, burayı görmek isteyen insanların arttığı, değişik şehirlerden gelmiş arabaların plakalarından anlaşılmaktadır. Uzak, yakın birçok ilden gelen insanlardan, uyku vadisinin ününün Muğla sınırlarını aştığı anlaşılmaktadır. Değirmen çarkını döndüren su ile kuşların cıvıltısı arasında, büyük, küçük herkesin mutluluğu gözlerinden okumak mümkün. Demek ki, kilometrelerce uzaklardan gelen bu insanlar, orada geçirdikleri zamanları unutamamışlar ki, uyku vadisi, bu yüzden hiç yalnız kalmamaktadır.
Bu bakımdan, Datça’da, eski ile yeninin bir arada görüldüğü bu alanın çevresini düzenleyerek, bu alanı doğal park şeklinde, açık hava müzesi haline getirmek mümkündür. Belki de Dünya’da bile eşi olmayacak bu açık hava müzesinde, yel değirmenlerinden, bugünkü, rüzgâr jeneratörlerine gelinceye kadar, bütün gelişmeleri sergileyecek bu yer, yerli ve yabancı ziyaretçilerin uğrak yeri olabilir. Dolayısıyla kamu, bu yere sahip çıkarak, ilgilenilmeyen değirmenleri kamulaştırarak ve çevresiyle birlikte geniş bir alanda proje geliştirebilir. “Sosyal Sorumluluk Projesi” olarak, çevrede rüzgâr türbinlerini döndüren Demirdöğen Holdingin değerli sahiplerinin, bu fikri en iyi şekilde değerlendireceklerini ve bu projeye katkıda bulunacaklarını ummaktayız.
YORUMLAR