Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
kule reklam
kule reklam
Header reklam

ATATÜRK’ÜN KUL HAKKI NASIL ÖDENECEK?

Her zaman olduğu gibi,

Her zaman olduğu gibi, Atatürk’e , hakaret dolu sözler eden “fesli” Kadir Mısıroğlu’nu, ziyaret ettiği için eleştirilen ve muhalefetin istifa etmesini istediği Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın, bir toplantıda, “Kul Hakkı”na değinerek “Farklı mülahazalarla ve beklentilerle kişileri itibarsızlandırmak kul hakkını ihlal etmektir. En açık şekliyle emeğin gasp edilmesi kul hakkıdır. Kur’anı Kerim’de bu konuya çeşitli ayetlerde dikkat çekilmekte ve özellikle insanın insanı sömürmesine yönelik, vasıtaların ortadan kaldırılması için mücadele teşvik edilmektedir.” sözlerini kullanmıştır.

Yeri geldiğinde en çok konuşulan kul hakkı, ülkemizde de en çok ihlal edilen bir husustur. İnsanlar, kendileri söz konusu edildiğinde, çok önem verdikleri kul hakkı, başkaları olunca, bu kadar önem verilmemekte çok zaman da, göz ardı edildiği bir gerçektir. Bu yüzden, kul hakkı ihlalleri, toplum barışını bozmakta ve insanlar arasındaki, kırgınlıkları ve düşmanlıkları arttırmaktadır. O bakımdan, toplumda barışı sağlamak için, insanların empati yapmasını, ülkemizde çok küçük yaşlardan itibaren öğretmeliyiz. Empati, kendimize uygun görmediğimiz davranışları, başkalarına da yapmamak olduğuna göre, buna çok ihtiyacımız bulunmaktadır. Öncelikle de, bütün yaşantımızı kapsayan kul hakkının, sadece insanın insanı sömürmesi olmadığı gibi, toplumda öğrenilmesi için en geniş anlamda tarif edilmesi de gerekir..

Nitekim, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın, Fesli Kadir Mısıroğlu’na yaptığı ziyaret sonrasında, söylediği bu sözlerden açıkca kendisine yönelik eleştirilerden rahatsız olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki, bütün ömrü boyunca, başta Atatürk olmak üzere, Cumhuriyetimize, hatta milli şairimiz, M. Akif Ersoy’a düşman olan Fesli Kadir Mısıroğlu, her vesile ile kinini kusmuş ve bu özelliğinide hayat felsefesi yaparak ömür boyu yaşamıştır. Dolayısıyla, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a yapılan eleştiriler, çeşitli anlamlara gelebilecek en uç noktadaki radikal insanlardan uzak olması gereken bir makamda oturmasından dolayı, şimşekleri üzerine çektiği açıktır. Kul hakkı, islam dininde şüphesiz çok önemli olup, Allah’ın “Bana kul hakkı ile gelmeyin” emri ile, kısaca, dünya hayatında, insanlar arasındaki, haksızlıkların yapılmamasını istemektedir. İnsanın insana yaptığı haksızlıklar, insan öldürmek, hırsızlıklar, yolsuzluklar, gasp, darb, kadın şiddeti, çocuk istismarı, aldatmak, iftira etmek, fitne yaratmak gibi, ne kadar kötü işler varsa, bütün bunlar kul hakkı içine girmektedir. Kaldı ki, Allah’ın, bana kul hakkı ile gelmeyin emrini, en iyi şekilde bilmesi gereken bir makamda oturan, Diyanet İşleri Başkanı, gerek kendisi, gerekse onu o makama getirenler, bugüne kadar acaba kul hakkına gereği gibi uymuşlar mıdır? Bunu iyi düşünmek ve değerlendirilmesi gerekir. Eğer, kul hakkına uymuşlarsa, bu sözlerin adresi başka yer olmalı. Bugüne kadar, en çok ihlal edilen kul hakkı ile ilgili olarak, Diyanet İşleri Başkanı’nın, daha önceki toplantılarda bu konuyu, gündeme getirip, getirmediğini bilemem ama, AKP’nin, 20 yıllık iktidar süresi içersinde kul hakkı yenen o kadar çok örnek var ki, bunların hangi birini yazmalıyız.

Üniversite giriş sınavlarına ait soruların çalınmasından tutun, insanların, mülakata göre işe alınmalarında, hısım akrabaya ve yandaşlara yapılan torpillerde de kul hakkı yenmemiş midir? Diyanet İşleri Başkanlığı’nın talebi üzerine, her seferinde işe alınan imam hatip mezunlarının daha sonra, kamu kuruluşlarında, liyakati ortadan kaldıracağına ve bunun ülkeye her yönden zarar vereceğine bakılmaksızın, bakanlıklara yapılan yatay geçişlerinde haksızlık yok mudur ? Türk Silahlı Kuvvetlerine yıllarını vermiş generallerin, Ergenekon, Casusluk, Balyoz gibi düzmece davalardan, aylarca Silivri Hapishanesinde yatan veya kalp krizi geçirenlerin, felç olanların, üzüntüden kansere yakalanıp tedavi bile olamadan ölenlerin, suçları olmadığı halde gizli ihbarcıların beyanlarına göre suçlanan, yargılanan ve rütbeleri sökülenlerin, kul haklarını kim ödeyecek? Yıllarını bu ülke için vermiş kamu görevlileri, emekliler ve on milyonu aşan asgari ücretle çalışanlar, yoksulluk sınırı altında maaş alırken, kayyum, danışmanlık gibi adlarla, hak etmediği, en az 45 bin lira, çift dikiş maaş alan, bilgi birikimi olmayan, deneyimsiz kişilerle ve onlara hak etmedikleri bu maaşları verenler, öte tarafta nerelere kaçabileceklerdir. Özelleştirme adı altında satılan ve yandaşlara peşkeş çekilen kamu mallarını alırken, Atatürk dönemine ait tesisleri, ganimet diye yağma edenler, bedava denilecek fiyata aldıkları bu fabrikaları, hurda fiyatına satıp, arsalarını parselleyenler, bütün milletin malı olan bu yağmanın hesabını nasıl vereceklerdir.?

Yaklaşık 30 yaşında iken, yalan yanlış yazdığı “Lozan Zafer mi Hezimet mi” kitabıyla ortaya çıktıktan sonra, geçen bu zaman içinde Atatürk’e ve kurduğu Cumhuriyete hakaret eden ve karşı çıkışlarıyla, Türk Milletini geren, Kadir Mısıroğlu, 60 yıla yakın bir zamandan beri, Kurtuluş Savaşımızı, Lozan Antlaşması’nı ve Atatürk’ü kötüleyerek, yarattığı, bu misyonunu geçim kapısı yapmıştır. İktidara yakınlığı ile bilinen Mısıroğlu, İstanbul Boğazı’nda, inşa ettirdiği, Beykozdaki Kuleli Askeri Lisesinin yanında, yaptırdığı kaçak binanın ruhsatını alarak buradan büyük bir çıkar sağlamıştır. Bugün, 10 milyon dolar olan, yaklaşık 135 milyon TL. değerindeki, Yakamoz Restorantına sahip olması helal midir? İktidarın imkanlarından da sonuna kadar yararlanan, Fesli Kadir Mısıroğlu, İngiliz zırhlı savaş gemisi ile İngiltere’ye kaçan Vahdettin gibi, 12 Eylül 1980 yılında korkusundan, yurt dışına kaçmış ve Lozan’da Türkiye heyetini en fazla zorlayan İngiltere’den siyasi iltica izni alarak,kimin tarafında yeraldığı açıkca ortaya çıkmış ve bu hareketi ile ihanetini milletimizin gözleri önüne sermiştir.

Hepsinden önemlisi de, böyle biri olan Fesli Kadir Mısıroğlu’nun Atatürk’e yaptığı iftira ve hakaretlerinde kul hakkı ihlali yok mudur? Evlenmeye bile fırsat bulamadan, bu toprakları korumak için yıllarını vermiş Atatürk’ün hakkı nasıl ödenecektir? Çanakkale’de ve Anadolu’nun Kurtuluş savaşında avurtları çökmüş, Atatürk’ün Afyon Kocatepe’de, girdiği yükün ağırlığı altında omuzları eğilmiş resimlerininden bile anlaşılmaktadır. Anadolu topraklarını düşmandan teöizledikten sonra, İstanbul’u ikinci kez fetheden ordumuza kumanda eden, milletimizi esaretten kurtaran, devletimizin kurucusu, Dünya’nın deha dediği, büyük kumandan ve büyük bir liderin hakkını bu ülkede kim ödeyebilir. Kaldı ki, Diyanet İşleri Başkanlığını kuran ve dinimizin doğru olarak, öğrenilmesi için, İslam Alimi Elmalılı Hamdi Yazır’a, Kur’anı Kerimi dilimize çevirten, Atatürk’ün hala dinsiz ilan edilmesi, ne hakka, ne hukuka ne de insafa sığar.

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurarken bile, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Genel Kurmay Başkanlığı’nı aynı zamana denk getirmesi ve birlikte düşünmesinin raslantı olmadığı açıktır. Bununla beraber, devletimizin varolmasında, askeri ve manevi değerlerimize ne kadar önem verdiğini göstermiştir. Bu bakımdan, kul hakkından söz edilecekse, önce, Osmanlı Devletinin imzaladığı, Mondros ve Serv Antlaşmalarını yırtarak, vatanımızı emperyalist ülkelerin elinde çekip alan, bu topraklarda yaşayan Türk Milleti’nin, egemenlik haklarınıı, tek tek sağlayarak, geride sorunsuz bir ülke bıraktığı konuşulmalıdır. Kaldıki, Çankaya’da sofrasında ağırladığı misafirlerinin yemek masraflarını bile kesesinden ödeyen, kişisel mal varlığını ve Orman Çiftliğini,Türk Milletine bağışlayan ve vakfeten, dünya’nın bile saygı duyduğu Atatürk, gururla anacağımız, minnet ve şükran duyacağımız bir liderdir. O yüzden, Türkiye Cumhuriyeti ve onu kuran Atatürk’e din kisvesi altında saldıranlara karşı çıkılması gerekirken, Ayasofya Camisinin açılışında, Fatih Sultan Mehmet Han’ın vakfıyesinden hareketle üstü kapalı şekilde olsa da, Atatürk’ü hedef alan, hiçbir kimsenin konuşma yapmaya hakkı bulunmamaktadır. Kaldı ki, Anadolu’nun işgalden kurtarılmasından sonra, Türk Ordusu ikinci kez, İstanbul fethedilmeseydi, sadece Ayasofya Camisinin vakfiyesi değil, bütün İstanbul’un tapusunun bile elimizden çıkabileceği, hala daha anlaşılmamışsa, bunun altında başka nedenler aranmalıdır..

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir