Muğla denince akla önce deniz geliyor: Bodrum, Marmaris, Fethiye… Turizmin ışıkları, yaz kalabalığı, sezonluk işler. Oysa Muğla’nın göç meselesini anlamak için haritayı biraz içeri doğru kaydırmak gerekiyor: Menteşe, yani ilin merkez ilçesi. Kıyıdaki hareketliliğin “gösterişli” bir yüzü varsa, Menteşe daha çok göçün idari, gündelik ve görünmez yüzüne bakıyor.
Menteşe’de göçmenlerle karşılaşmak, çoğu zaman bir sahil kasabasındaki gibi “her köşe başında” değil; kurum koridorlarında, kiralık ev ilanlarında, kampüs çevresinde, sağlık ve eğitim hatlarında oluyor. Bu durum bize şunu söylüyor: Göçmenlik her yerde aynı biçimde yaşanmıyor. Aynı il sınırları içinde bile bir ilçenin göç deneyimi, o ilçenin ekonomisi, mekânsal düzeni ve hizmet ağı tarafından belirleniyor.
Menteşe’de göçmenlik tek bir profile indirgenemiyor. Sahada genellikle üç ana grup daha belirginleşiyor. Birincisi uluslararası öğrenciler. Üniversite kenti olmanın doğal sonucu olarak kampüs çevresi, yurtlar, kiralık odalar, uygun fiyatlı yeme içme yerleri ve toplu taşıma saatleri bir “öğrenci düzeni” kuruyor. Bu grup göçmenliği çoğu zaman gelecek planı ve geçicilik duygusuyla yaşıyor; bu nedenle Menteşe’de göçmenlik kimi zaman bir sınıfın içinde, kimi zaman bir minibüs durağında, kimi zaman da ev arkadaşlığı ilanlarında karşımıza çıkıyor.
İkincisi ikamet izinli yabancılar. Muğla genelinde bu profil kıyı ilçelerinde daha yoğun görünse de Menteşe, merkez olmanın avantajıyla kamu hizmetlerine erişim, ulaşım ve şehir içi imkânlar bakımından bazı kişiler için daha istikrarlı bir seçenek hâline gelebiliyor. Üçüncüsü ise geçici koruma ya da sığınma deneyimi yaşayan gruplar. Bu grup Menteşe’de en çok “hizmete erişim” başlığında görünür oluyor: kayıt, yönlendirme, danışmanlık, sağlık randevusu, okul kaydı, sosyal destek arayışı… Yani görünürlük kalabalıkla değil, ihtiyaçla; sokakla değil, süreçle artıyor.
Menteşe’de göçün izini sürmek için tek bir “göçmen mahallesi” aramak çoğu zaman yanıltıcı. Daha doğru bir okuma, ilçeyi birkaç karşılaşma hattı üzerinden takip etmek. Kötekli bunun en tipik örneği: kampüs çevresi ve öğrenci ekonomisi. Kiralık evler, küçük işletmeler, yoğun insan sirkülasyonu, kısa süreli konaklama düzenleri… Burada göçmenlik daha çok eğitim üzerinden akıyor; gündelik hayata karışıyor; bazen kimlik olmaktan çıkıp sıradan bir öğrencilik hâline dönüşüyor.
Merkezde ise bambaşka bir hikâye var. Çarşı, pazar, otobüs durakları, bankalar, noterler, sağlık birimleri, resmî işlemler… Göçmenlik burada daha çok “işini halletme” meselesi olarak beliriyor. Küçük bir yanlış anlaşılma, bir evrak eksiği, bir dil bariyeri; gündelik hayatın akışını bir anda zorlaştırabiliyor. Merkez ilçe olmanın bir sonucu olarak göç yönetimiyle ilgili işlemler ve yönlendirmeler de Menteşe’de düğümleniyor. Bu düğüm, göçmenlerin hayatında “Nereye, ne zaman, hangi evrakla gidilecek?” sorusunu büyüten bir etki yaratıyor. Göç yönetimi görünmez değil; yalnızca sokakta değil, sistemin içinde görünür hâle geliyor.
Menteşe’nin ekonomisi kıyı ilçeleri gibi turizm ağırlıklı değil; merkez olmanın getirdiği hizmet sektörü daha baskın. Bu tablo göçmen emeğinin de yönünü belirliyor: yeme içme, temizlik, küçük ticaret, lojistik, gündelik işler… Kıyı ilçelerinde sezon açıldığında, bazı kişilerin geçimini mevsimlik biçimde kıyıya kaydırıp sonra tekrar merkeze dönmesi de mümkün. Burada asıl soru “Çalışıyor mu?”dan çok “Nasıl çalışıyor?” sorusu. Kayıtlı-kayıtsız ayrımı, ücretlerin dalgalanması, barınma masrafları, sosyal çevreye erişim ve iş bulma kanalları Menteşe’de göçmenliği çoğu zaman “iş arama”dan ziyade “işe tutunma” mücadelesine çeviriyor.
Menteşe’de göçmenlik konuşulacaksa barınma meselesi mutlaka masaya gelmeli. Öğrenci yoğunluğu olan yerlerde kiraların dalgalanması, oda paylaşımı, kalabalık ev düzenleri ve kısa süreli kontratlar kırılganlığı artırıyor. “Evim var” demek, yalnızca bir çatı değil; aynı zamanda sağlık, eğitim, iş ve sosyal hayata açılan bir kapı demek. Barınma krizi derinleştikçe göçmenlere yönelik öfke de kolay büyüyor. Oysa kirayı artıran tek bir neden yok: arz-talep dengesi, şehir planlaması, öğrenci sayısı, turizm baskısı, konutun yatırım aracına dönüşmesi… Göçmenleri günah keçisi ilan eden dil sorunu çözmüyor; sadece kenti daha gergin bir yere çeviriyor.
Menteşe’de göçmenlik deneyimini belirleyen en kritik alanlardan biri de hizmetlere erişim. Dil bariyeri, randevu sistemleri, kurumlar arası yönlendirmeler, doğru bilgiye ulaşma… Bunlar küçük detay gibi görünse de hayatı kilitleyebiliyor. Bir çocuk için okul kaydı, bir hasta için muayene, bir öğrenci için ikamet işlemi; hepsi doğru bilgiye zamanında ulaşmaya bağlı. Bu yüzden sahaya bakarken tek bir soruya takılıp kalmamak gerekiyor: “Kaç göçmen var?” Belki daha anlamlı sorular şunlar: “Bilgiye hangi kanalla ulaşılıyor, nerede tıkanılıyor, kimler daha kırılgan kalıyor, barınma baskısı nerede yoğunlaşıyor?”
Menteşe, göçmenliğin kıyıdaki kadar gösterişli olmadığı; ama yönetim, eğitim, barınma ve hizmetlere erişim üzerinden hayatı doğrudan etkilediği bir yer. Göç meselesi burada çoğu zaman “görünen kalabalık” değil, “görünmeyen süreç” olarak yaşanıyor. Ve bazen en büyük gerilimler, tam da bu görünmeyen süreçlerin içinde birikiyor.
Menteşe’ye göç penceresinden bakmak bize bir şeyi daha hatırlatıyor: Göçmenlik yalnızca sınırlarla ilgili bir konu değil; kent yönetimiyle, konutla, emekle, eğitimle ve gündelik hayatın küçük ayrıntılarıyla ilgili bir mesele. Kıyının ışıkları sönünce geriye kalan, merkezde süren bu sessiz hikâye oluyor. Asıl soru da şu: Bu hikâyeyi bir “yük” diliyle mi okuyacağız, yoksa birlikte yaşamanın gerçekleriyle mi?
Bu haber 74 kez okundu.

YORUMLAR